Doğurganlığın giderek azaldığına ve gelecekte popülasyonun devamlılığını sağlayacak derecede doğum gerçekleşmeme ihtimaline vurgu yapan pek çok bilimsel çalışma var . Gerçekten de çevremizde kimi duysak çocuk sahibi olmak için çabalıyor, pek çok çift bunun için tedavi oluyor. Peki sorun ne? Kısırlık neden bu kadar arttı? Bilimsel yayınları taradığınızda baş sorumlulardan biri olarak toksik yaşam gösteriliyor.
Ağır Bir Bedel
Doğurganlığın azalmasındaki faktörlerden birinin endüstriyel kimyasallar olduğunu biliyoruz. Çevre kirliliği ve erkeklerdeki kısırlık arasındaki ilişkiyi ortaya koyan pek çok bilimsel yayın olsa da, toksik yaşamın kadın doğurganlığı üzerindeki etkisi üzerine yapılan çalışmalar hayli kısıtlı. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir araştırma bu anlamda son derece önemli .
Araştırmanın bulgularına göre sık rastlanan bazı kimyasallar kadınlarda yumurta rezervinin azalmasıyla direkt olarak ilişkili. Çalışma için kadınların kan örnekleri alınarak 31 kimyasalın kandaki değerlerine bakıldı. Bu kimyasallar arasında bitkilerdeki mantar hastalıklarını önlemek için tarımda kullanılan HCB (hekzaklorobenzen), yine tarımda böcek ve sineklere karşı kullanılan DDT (dikloro difenil trikloroetan) var. Her ikisi de son derece zehirli, kanserojen olarak listelenmiş kimyasallar.
Ardından, çalışmada yer alan kadınların yumurta rezervine bakıldı. Tahmin edeceğiniz gibi kandaki toksik kimyasal seviyesi ne kadar fazlaysa yumurta rezervi de o kadar azdı. Araştırmayı gerçekleştirenler yumurta sayısının azlığı ile bazı kimyasallar arasında son derece güçlü bir ilişki olduğunu belirtiyorlar. Çalışmada yer alan ve toksik kimyasallara maruziyet oranı yüksek olan kadınların çocuk sahibi olmak için uzun süredir çabaladıkları gözlendi. Yani, bu kimyasalların kandaki seviyesi arttıkça hamile kalmak o kadar zorlaşıyordu.
Başka bir çalışmaya göre ise tarım ilacına maruz kalan kadınların hamile kalma oranı % 30 azalıyordu . Bizi kanser yapan kimyasalların, çocuk sahibi olmayı da zorlaştırması beklenmedik bir durum değil. Bu kadar zehire maruz kalmanın bedeli tabii ki ağır olacak.
Kimyasal Bombardıman
Özellikle 1940’lı yıllardan sonra tarımda, endüstride kullanılan kimyasallar, havayı, toprağı, denizleri kirleten zehirler, ağır metaller ciddi oranda arttı. Bu toksik maddelerin insan sağlığını nasıl etkilediklerinin anlaşılması için ise onlarca yıl geçmesi gerekiyor. Mesela ilk olarak 1954 yılında piyasaya çıkan teflon tavaların kısırlıkla ilişkilendirilmesi için yaklaşık kırk yıl geçmesi gerekti. Kanserojen olduğu bilinen bu maddenin doğurganlığı olumsuz etkilediği yolunda bulgular var. Hâlâ pratik oldukları için etini, tavuğunu teflon tavada pişiren var. Bunlardan bir an önce kurtulun!
İşin kötüsü DDT, HCB ve teflon tavalarda kullanılan PFAS gibi maddeler, ekosistemden temizlenemiyor, vücuttan atılamıyor ve yıllar içinde birikerek ciddi bir sağlık tehdidine dönüşüyor. Peki bu toksik bombardımandan korunmak için ne yapacağız? Gezegenin hemen her köşesinin etkilendiği, temiz bir toprak parçası, kirlenmemiş bir deniz bulmanın neredeyse imkânsız olduğu bir çağda zararlı kimyasallardan tamamen kaçınmak tabii ki mümkün değil. Ama bunlara daha az maruz kalmak için yapabileceğiniz çok şey var. Mesela sadece mevsimsel beslenmeye dikkat ederek vücudunuza çok daha az tarım ilacı alır; toksik mutfak malzemelerinden, işlenmiş yiyeceklerin içindeki kimyasallardan kaçınarak önemli bir fark yaratabilirsiniz.
Bunlar da Çok Önemli
Hamile kalmakta zorlanan kadınları tehdit eden sadece tarım ilaçları, böcek ilaçları değil. Modern çağın beslenme modeli ve bazı önemli besin maddelerinin eksikliği de soruna katkıda bulunuyor. Nedeni anlaşılamayan kısırlık probleminde herhangi bir tedaviden önce aşağıdaki beslenme önerilerini uygulamanızı tavsiye ediyorum.
• D vitamini eksikliğine dikkat: D vitamini eksikliği hamile kalmayı zorlaştırır. Çocuk sahibi olmakta zorlanan kadınların ilk yapması gereken D vitamini değerini ölçtürmek olmalı . Bu değer düşükse besinler, dozunda güneş banyosu ve D vitamini takviyesi ile rezervinizi doldurun.
• Doğal beslenin: Endüstriyel olarak üretilmiş yiyeceklerin içindeki koruyucular, lezzet artırıcılar, boyalar ve katkı maddeleri sadece ömrünüzü kısaltmaz çocuk sahibi olmanızı da zorlaştırır. Mesela Çin tuzu olarak da bilinen ve hemen tüm işlenmiş yiyeceklerde karşımıza çıkan MSG (monosodyum glutamat) kısırlıkla ilişkilendiriliyor. Bu lezzet artırıcı kimyasaldan uzak durmanın tek yolu doğal beslenmek.
• Tatlıyı, karbonhidratı kesin: İnsülin direncini tetikleyen ve hormonal dengeyi bozan bu yiyecekler hamile kalmayı zorlaştırır. Sağlıklı yağlar, kaliteli protein kaynakları, mevsim sebzelerinden oluşan bir diyet insülin direncini kırmakta en etkili yoldur.
• Çinko eksikliğini önemseyin: Diyetinizde kırmızı et, ciğer, badem, ay çekirdeği gibi çinko zengini gıdalar bulunmasına dikkat edin. Gerekiyorsa çinko takviyesi alın. Hormonların dengeli çalışmasında önemli bir rol üstlenen bu mineralin eksikliği fertilite sorunlarıyla ilişkilendiriliyor .
• Glutenden uzak durun: Gluten hassasiyeti hamile kalmayı zorlaştıran faktörlerden biridir . Modern buğdaydaki gluten vücut tarafından sindirilemez ve vücut tarafından bir düşman gibi algılanarak bağışıklık sistemini aktive eder. Bu da hamile kalmayı zorlaştırabilir, düşükle sonuçlanan gebeliklere neden olabilir.
Kısırlığın artışının altında yatan en önemli sebeplerden birinin, beslenme olduğu açıkça anlaşılıyor. Beslenmeyi düzene sokmak, hormon tedavilerinden, tüp bebek tedavilerinden daha kolay değil mi? Neden çocuğu olmayan çiftlere öncelikle beslenmelerini ve yaşam tarzlarını düzenlemek yerine, doğrudan tüp bebek tedavisi başlanıyor? Beslenmeyi düzenlemek, bunca hormon tedavisinden, hastaların çektikleri çileden ve hormonal ilaçların yan etkilerine katlanmaktan daha makul değil mi? Kısırlıktan mustarip hastalara, önce 1 senelik sağlıklı beslenme programı versek daha mantıklı olmaz mı? Ne kaybederiz? Eğer bu 1 senelik sağlıklı yaşam programından fayda görmüyorlarsa, o zaman başlarız hormon tedavilerine. Ama beslenmeyle ilgili hiçbir şey yapmadan doğrudan tüp bebek tedavilerine başlamak, kanaatimce duvardaki sineği öldürmek için top ile ateş etmeye benziyor…
Yazımızı, pirimiz İbn-i Sina’nın özlü sözü ile bitirelim: “Ne yerseniz, osunuz!”